OKÇULUĞUN TANIMI
Bizim medeniyetimizde ok ve yayın ayrı bir önemi vardır. Türk tarihinin ilk dönemlerinden itibaren ok ve yay, gerek savaş aleti olarak, gerek av aracı olarak, gerekse hâkimiyet sembolü olarak daim yer etmiştir. Sikkelerinde, cetirlerinde, damgalarında sembol olarak tercih edilmiş, hatta komutanları savaşa çağıran bir davet metodu olmuştur. Mete Han’ın Hun Devletini kurduktan sonra “Ok ve yay gerebilen kavimleri birleştirdim, şimdi onlar Hun oldular.” şeklindeki ifadesi, Türklerin hayatında ok ve yayın ne derece önemli olduğunun kanıtıdır.
9. yy. ’da İslamiyet’in kabul edilmesiyle birlikte Türklerin ok ve yaya verdikleri önem, maneviyatla da birleşerek daha kutsî bir hal almıştır.
Çünkü üzerinde ayet-i kerime ve sahih hadis bulunmaktadır.
Bizzat Cebrail as tarafından Hz. Adem’e verilmiş ilk nesnelerdendir.
Efendimiz sav nazarında da ibadet hükmündedir.
Şüphesiz ki okçuluk, başlangıçta, yaşanılan çevre ve hayat şartlarının bir gereği idi. Fakat zamanla Türk insanının kişiliğini oluşturan belli başlı unsurlardan biri haline geliyor; çevre ve şartlar tamamen değiştiği halde, şu veya bu şekilde devam ediyor, varlığını sürdürüyor. Bu durumu olsa olsa, Türklerin okçulukla olan ilgisinin köklerini tarihin derinliklerine uzanan,içten bağlılığıyla açıklayabiliriz.
Ok ve yay, tarih boyunca Türklerin ayrılmaz parçaları olmuş, okçuluktaki maharetleri okçu millet olarak anılmasına sebep olmuştur. Her okçunun kendi okunu kendisinin yaptığını, bunu çocuklukta öğrendiğini ve bu amaçla yanında daima bir ok bıçağı taşıdığını biliyoruz. Ayrıca en değerli hediye ok ve yaydı.
Okçuluğun altın çağı, Osmanlı döneminde yaşanıyor. Okçuluk da, Osmanlı'ya gelene kadar ciddi bir teknik ilerleme olmadığını görüyoruz. Osmanlı'ya geldikten sonra ise kısa sürede çok ciddi bir yol kat edilmiş. Bu yaylar, hem güç olarak hem işçilik olarak ve yayların kalitesi olarak daha ileri olmuştur.
Osmanlı'da teknik üstünlük bir Avrupa ülkesinden daha iyi durumdaymış. Mesela bir Avrupalının yayı 200 metre atarken, bir Osmanlı yayı 600 metreye kadar atabiliyor.
Sadece oklarımız değil, okçularımız da çok mahirdiler. Osmanlı askerinin ok atım hızı dillere destandır, o tarihlerde: Dakikada 30 oka kadar attıklarında dair rivayetler var. Düşünün 10 bin okçu dakikada 30 ok atsa, 30 bin ok demektir. Karşınızda koca bir ordu olsa bile hezimete uğrayacaktır. Burada hem teknik üstünlük, hem de kullanılan malzemenin kalitesi ön plana çıkıyor."
Oklarımız teknik bakımdan üstün oldukları kadar, ciddi sanat eserleriydi aynı zamanda. Kimi okların üzerinde tezhip ve altın varaklarla süslendiğini biliyoruz.
Şafak Tavkul, bu durumu şöyle anlatmakta: “ Şuan Avrupa'da bizim oklarımız müzelerde sergileniyor. Hemen hemen her birinde çok iyi bir tezhip çalışması var. Altın varaklarla ve çiçeklerle süslenmiş. Çok ciddi sanat işçiliği olan bir sanat eserleri bu oklar. Kıyıp atılabilecek şeyler değil, çünkü geri bulma şansınız olmayan bir şey biliyorsunuz. Çünkü savaşta geriye toplama şansınız da yok. Bu oklar Osmanlı'nın insan yaklaşımını da gösteriyor bence. İnsan değerli bir varlık ve onu öldürürken bile değerli bir şeyle öldürüyor.”
İşini severek yapan insan onu sanata dönüştürür. Talim yaparken ok atışına bile meşk diyoruz. Aşk varsa meşk de vardır. Osmanlı, okçuluğu sanata dönüştürdüğü için başarısı savaşlara da yansımıştır. Alman bir tarihçi ‘Biz Osmanlı'nın kullandığı tekniği yüzyıllar sonra bile çözemedik, o teknolojiyi anlayamadık' der. Alman tarihçinin açıklayamadığı teknoloji; mana ve iman gücüdür. Maalesef bu büyük kültür mirasını devam ettiremedik. Pragmatik düşünce tarzı bizi manadan kopardı. Maddiyat çoğalınca maneviyat azaldı.
Türk okçuluğu hayatla mematı, gülle diken gibi harmanlayabilmiş bir dünya görüşünün, hâsılı, kılıç gibi elif çeken, yay gibi vav çeken bir yazı kültürünün, eşyaya yansımasıdır.
Türk okçuluğunda, yüreğinizle ve inancınızla atarsınız. Hatta Enfal suresinde dendiği üzere oku siz atmazsınız. Siz sadece kirişi bırakırsınız, oku hedefe ulaştıran Allah'tır. Ayrıca birçok hadiste ok atmanın nafile ibadetten daha hayırlı olduğu nakledilmektedir. Çünkü ok atarken ruhunuz dinlenir, bedenin bütün kasları çalışır. Son derece faydalı bir spordur.
Okçuluk, bizlere atalarımızdan bize kalan bir miras ve bizim kayıp hazinelerimizden biridir.
Okçular tekkesi olarak, burada medeniyetimizden ve inancımızdan beslenen bu sporu geleceğe taşıma gayreti içerisindeyiz. Okçuluğu milletimize ve gençlerimize sevdirmek ve tanıtmak, bunun yanında da geleneksel Türk okçuluğunu devam ettirmek amacındayız.